Sakin göllerin kuğusuyduk
Salınarak suyun yanağında
Yarılan ekmeğin buğusuyduk
Göğsüm daralıyor yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle
Biri saksımızı çiğneyip gitti
Biri duvarları yıktı, camları kırdı
Fırtına gelip aramıza serildi..
Biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri
Her şeyi kötüledi, bizi yaraladı..
Biri şarabımızı döktü, soğanımızı çaldı,
Biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu!
Dedim ya, ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle
Göğsüm daralıyor yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle
Dağlarda çoban ateşiydik
Dolanarak mavzer yatağına
Ceylanın pınara inişiydik
Göğsüm daralıyor yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle
Birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuş
Aynı çıtırtıyla ürperen bir serçe
Hep aynı yerde karşılaşırdık tesadüf bu
Birer tomurcuktuk hayatın kollarında
Birer çiğ damlasıydık
Bahar sabahında, gül yaprağında..
Dedim ya, hiç yoktan susturuldu şarkımız
Yüreğim kanıyor, ciğerim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle
Göğsüm daralıyor yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle.
Offff, içime oturdu resmen. Sanki benim içimdekileri dökmüşler kağıda. O “olmasaydı sonumuz böyle” kısmı var ya, tam kalbimden vurdu beni. Sanki bir şeyler yarım kalmış, bir şeyler kopmuş gitmiş gibi. Dağlar… O dağlar da sanki o ayrılığın, o hüznün ağırlığını taşıyor gibi. Yüreğim kanıyor benim de…